7 Nisan 2013 Pazar

Muğla

Muğla dediğimiz zaman aklımıza ilk olarak deniz, kum, eğlence gibi kavramlar geliyor. Lakin Muğla, sahip olduğu kültürel birikimi ve tarihsel donanımı ile her zaman ilgiyi fazlasıyla hak eden güzide bir il. Daha önce pek çok kez gördüğümüz Muğla, bu sefer seyahatimizin ana eksenine oturuyor. Dokuz günlük bir periyotu Muğla iline ayırma niyetiyle bir Eylül gecesi İstanbul'dan yola çıkıyoruz. Saatlerimiz gece 1'e gelmekte. 


Gece yolculuğunun ayrı bir çekiciliği vardır. Gündüzün yorucu ve kalabalık ortamına karşı gece, her zaman bir sığınak vazifesi görmekte. Bilecik - Kütahya güzergahı üzerinden Afyon'a vardığımızda hava tamamen aydınlanmış oldu. Adı geçen illerle ilgili maceralar (!) başka bir yazının konusu olması sebebiyle, detay vermiyorum. Şahsi araçla seyahat etmenin verdiği rahatlıktan ötürü, fazla acele etmeden Burdur üzerinden Fethiye'ye, oradan da Ölüdeniz'e giriş yapıyoruz. Saatlerimiz 16:00. Giriyoruz lakin, bir sürpriz var. Yaz boyunca (üstelik gök gürültülü) ilk kez yağmur yağışına denk geliyoruz. 


İlk 3 günümüzü bu bölgeye ayırdık. İlk gün, yoğun yağmur sebebiyle merkezi araçla turlama fırsatı bulduk. Yamaç paraşütü konusunda önde gelen Ölüdeniz'de rengarenk paraşütleri her yerde görmek sizin için sıradan hale geliyor.


Bölge özellikle İngiliz turistler tarafından tercih ediliyor. Bodrum gibi yerleşik nüfusa sahip olma durumundan yoksun pek çok Muğla bölgesine benzer bir durum. İngilizler için fiyatlar oldukça uygun.

İkinci günümüzde sabah kahvaltısından sonra direksiyonumuzu Gemiler Adası'na ve civar köylere doğru kırıyoruz. Ölüdeniz'in ortalama 7-8 km uzağında yer alan Gemiler Adası'nda Bizans dönemine ait pek çok kalıntı mevcut.




Öğle yemeği için köylerde kendi yağı ile kavrulan gözlemecilere yolumuz düşüyor. Anlatılacak değil, yaşanılacak bir lezzet var burada:)


Ertesi gün için tekne turunu seçiyoruz. Gün boyunca pek çok koy dolaşarak, mavi doğanın güzelliklerine, Yaratan'ın muazzam eserlerine dalıp gidiyoruz.



 Sualtının rengarenk dünyası, koyların temizliğinin en büyük ispatı.



Üç günün sonunda, Ölüdeniz maceramız sona eriyor ve yine Fethiye üzerinden Marmaris'e doğru yola çıkıyoruz. Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuk sonrası hedefe varıyoruz. Marmaris, Ölüdeniz'e benzer şekilde yabancı turistlerin akınına uğramış. Ama bizim esas hedefimiz, Marmaris'in doğa harikası beldesi Bozburun. 



Bozburun yolu dahi size görsel bir şölen sunuyor. Yaklaşık 60 km'lik bir mesafeden sonra Bozburun'a varıyoruz. Burası fazla hareketli bir bölge değil. Ama yoğun bir yıl geçiren bünyeler için önemli bir terapi yeri. Huzurlu bir köy ortamı, sıcak, samimi ilişkiler ve muazzam doğa.



İlk gün civar araştırması yaptıktan sonra, ertesi gün burada da koy turu yapmaya başlıyoruz. Eylül sezonunda, Haziran-Temmuz aylarına kıyasla fiyatlar epey uygun. Ve sıcaklığın mevsim normallerinin üstünde seyretmesi, bu dönemde tatil yapmayı cazip kılıyor. İşte koylara ait fotoğraflar:



Bu koyların, ziyaretçiler için tehlike arz eden en önemli (belki de tek) unsuru deniz kestaneleri. Dikkatli olmanızı tavsiye ederim.



Ayrıca başka bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum. Bu tür ufak yerlerde benzin istasyonları belli bir saatten sonra kapanıyor. Büyükşehirlerde 24 saat açık duran istasyonları, burada görmek pek mümkün değil. Ona göre tedbirinizi alıp, gündüz vakti işinizi görün. Yoksa bizim gibi, gece Marmaris'e gitmek isteyipte bu durumdan ötürü gidemeyenlerden olmayın.

Aşağıdaki video, Marmaris-Selimiye koylarını gezerken çekilmiştir. Tripodsuz çekildiği için ve tekne şartları göz önüne alındığında, kısmi titremelerin mazur görülmesini dilerim. (720HD tercihi ile izlemenizi tavsiye ederim.)


Bozburun macerasını da tamamladıktan sonra, tekrar Marmaris'e direksiyonu sürüyoruz. Son hedefimiz Bodrum olmasına rağmen, Marmaris'i hemen bırakmaya niyetimiz yok. Marmaris'e çok yakın mesafede bulunan İçmeler, fazlasıyla hoşumuza gidiyor. Ege Denizi esasen tuzlu olmasına rağmen, su altı güzellikleri bu durumu fazlasıyla önemsizleştiriyor.



İlk kez bir geceyi arabada geçiriyoruz. Zira planımıza göre Bodrum'a yola çıkmamız gerekirken, Marmaris'ta bir gece daha kalma fikri, bizi bu çareye itiyor :)


Ertesi sabah erkenden Bodrum'a yol alıyoruz. İtiraf etmem gerekirse, Bodrum, şahsım adına özel bir yer. Türkiye'nin sahil kentlerinin neredeyse tamamında bulunmuş biri olarak, hissettirdiği heyecan her zaman farklı olmuştur. Sabırsızlığım an be an artıyor.

Ve işte Bodrum'dayız. Yol arkadaşım Emrah'ın bir yakınına ait eve eşyalarımızı yerleştiriyoruz. Gündoğan'da yer alan bu evin muazzam bir gün batımı manzarası mevcut. Apar topar Yalıkavak'a gidiyoruz. Sanıyorum şu ana kadar gördüğüm en rengarenk ve çeşidi bol su altı manzarası burada mevcut. Balıkların, ayaklarınızı ısırdıklarını hissediyorsunuz. Ve üstelik sahile çok yakın mesafede iken bile. Bodrum'un yerleşik nüfusu sebebiyle, turist sayısı, diğer ilçelere göre daha sınırlı. Burası bir bakıma küçük İstanbul gibi. Özellikle İstanbul-İzmir arasını 3.5 saate indirecek projenin akabinde, rağbetin artacağı tahmin ediliyor.



Akşam saatlerinde Bodrum'un merkezine iniyoruz. Sahil yolu tek şeritli. Dolayısıyla aracınızı uygun bir otoparka bırakmanız en akıllıca yöntem olacaktır. Hareket had safhada. Meydanda gerçekleşen bir konser, kalabalığı daha da arttırmış. 


Ertesi gün, klasikleştiği üzere, koy turu yapıyoruz. Tam gün süren bu aktivite, bize farklı bir görsellik sunuyor. Özellikle Camel Beach ve Akvaryum koylarının ayrı bir yeri var.



Ve bir seyahatin daha sonuna geldik. Gezmek, görmek, insanın ufkunu muazzam ölçekte açıyor. Daha önce pek çok kez gördüğümüz bir ili, özel olarak tekrar baştan aşağı gezdik. Şimdi ise sırada 9 saat sürecek olan İstanbul yolu var :)


Allahaısmarladık.