13 Mart 2013 Çarşamba

Şanlıurfa

Ağustos ayının 43 derecelik sıcak ve bunaltıcı bir gününde, Gaziantep'ten Şanlıurfa'ya doğru yol alıyoruz. Gaziantep yönünden iki farklı gidiş yolu mevcut. Birincisi eski yol, yani uzun ve ücretsiz. Diğeri ise yeni hizmete giren paralı yol. Vakit kaygısı gütmeyenler için, eski yolu tavsiye ederim. Zira neredeyse her beldeyi ziyaret etme fırsatına sahip oluyorsunuz.


Takribi 3 saat süren yolculuğun ardından Şanlıurfa şehir merkezine varıyoruz. Şehir merkezinde bizleri karşılayan arkadaşımız Hakan, kendi evinde ağırlıyor bizi. Hemen tepsiler, etler, domatesler hazırlanıyor ki misafirlere sıcağı sıcağına çiğ köfte yedirmek icap eder.


Uzun sayılabilecek bir yolculuğun ardından yenen çiğ köftelerin hemen ardından şehri turlamaya başlıyoruz. Başlıyoruz ama bu kadar zengin bir tarihe ve birikme sahip bir vilayeti bir çırpıda gezmeye kalkışırsanız, kaçınılmaz olarak bitap hale düşüyorsunuz. Selahaddini Eyyubi Camii'si işte bu tarih birikiminin harika bir parçası. Eskiden kilise vasfını taşıyan yapının yerine, 19. yüzyılda inşa edilen camii, 1994 yılında tamir işlemi görmüş.


Şanlıurfa dediğimiz zaman hemen hemen herkesin aklına ortak bir yer gelir. Evet, Balıklı Göl'ü kastediyorum. Şehir merkezinde yer alan Balıklı Göl, sahip olduğu çekim gücünün yanında, etrafındaki ufak yaştaki rehberleri ile de ön plana çıkıyor.



Hava yavaş yavaş kararmaya başladıkça, o boğucu sıcaklığın yerini, ferah bir hava devralıyor. Şimdi ise sıra, gezimizin esas sebebi olan düğün yoluna çıkmak. Siverek'teki düğün için Şanlıurfa merkezden yola çıkıyoruz. Ortlama 1.5 saat sürüyor yolculuğumuz. Hava karardığı için maalesef güzel gece çekimleri yakalayamadık. Siverek'teki Yılmaz Güney heykeli dikkatimizi çekiyor. Eğlenceli bir düğünün ardından tekrar yola çıkmak istiyoruz lakin buradan ayrılmak o kadar kolay değil. Saatlerimiz geceyarısını gösterdiğinde açık havada kebap keyfini doyasıya yaşamaya başlıyoruz. Unutamayacağım bir gece idi. Şehir merkezine varıp, yatmamız saat 02:30'du.

Ertesi sabah uyandığımızda kahvaltıdaki bir değişiklik hemen dikkatimizi çekti. İstanbul'da fırınlarda satılan ekmek yoktu burada. Ekmeğin buradaki adı tırnak pidesi ya da lavaş. Tırnak pidesinin o sıcaklığını hissettikçe, ertesi gün bu lezzeti bulamayacağını bilmek, insanı üzüyor.


Sabah saatlerinde yolculuğumuz devam ediyor. İlk durağımız Atatürk Barajı. Barajı tepeden izlemeye olanak veren çay bahçesinden, devasa baraj tüm çıplaklığı ile karşınızda duruyor. Muazzam bir görüntü. 


Şimdi ise sırada, insanlığın en eski tapınak kalıntılarının yer aldığı Göbeklitepe var. Şehir yaşantısının yoğun trafiğe aşına bünyeleri, bu bomboş yollarda giderken ufakta olsa bir travma geçiriyor. Göbeklitepe'den altın sarısı toprakları izlemek tarifi imkansız bir his.




Öğlen vaktindeyiz. Akşam Gaziantep'ten kalkacak uçağımızı kaçırmamak adına seri hareket edilmesi gereken zamanlar. Tekrar merkeze dönüyoruz. Buralara kadar gelipte, biber, isot ve çay almamak ne mümkün. Merkezde, Şanlıurfa Stadı'nın hemen yanında yer alan baharatçılar, yan yana harika bir renk cümbüşü meydana getiriyor. Ayıptır söylemesi imkanlar dahilinde yüklüce alışveriş yapmamak mümkün değil.

Ve Şanlıurfa gezimizin son durağı Hz Eyüp Sabır Makamı. Burada Hz Eyüp (a.s.)'ın sırtını dayadığı sabır taşı da yer almakta.  Hz. Eyyup Peygamber’in burada iyileştiği ve yaşadığı rivayet edilir ve suyun şifalı olduğu öne sürülür. Mağarası, Şanlıurfa’nın bilinen adak yerlerinden biridir. 


Evet, sayılı saatler çabuk geçti ve ayrılık vakti geldi çattı. Bizi ağırlayan dostumuzdan helallik isteyip. Tekrar Gaziantep yolunu tuttuk. Kendi öz yurdumuzda böylesine zengin bir toprağı ilk kez ziyaret ediyor olmanın verdiği burukluk, yetiyor da artıyor bile.